Yıllar sonra bir araya gelen Kargo grubunun kurucuları Mehmet Şenol Şişli ve Selim Öztürk, 2Tek adını verdikleri yeni gruplarıyla ilk albümleri ‘Karanlık Liman’ı parça parça yayınlamaya başladı.
Metaforlarla yüklü, oldukça deneysel bu albümde kendi değişimlerini de anlatan ikiliden Selim Öztürk, “İnsanların beklediğinin tersine bir şey yapmak, çok zevkli. Mehmet ve Selim bir albüm yapıyorsa ya ‘Yalnızlık Mevsimi’ gibi ya da ‘Yarına Ne Kaldı?’ gibi bir albüm beklersiniz; ama biz tamamen başka bir yöne gitmek istedik. Bu bir başlangıç aslında” dedi. Mehmet Şenol Şişli ise değişimin anlaşılması noktasında hiçbir kaygı duymadığını belirterek, “Biz en başından beri sürekli dezavantajlarla oynadık. Fenerbahçe gibiydik yani! Onda hiçbir sıkıntı yok. Dezavantaj olsun! Bu yaştan sonra bizi ilgilendiren bir durum değil o. Bizi ilgilendiren, sanatsal olarak kimliğimizi yansıtabilmemiz. Kimin ne düşündüğü beni ilgilendirmiyor! Zaten birilerinin düşüncesine göre bir şey üretiyorsanız ona ‘üretmek’ ya da ‘yaşamak’ denilmiyor” ifadelerini kullandı.
Mehmet Şenol Şişli ve Selim Öztürk ile doğumdan ölüme hatta sonrasına değin varoluşsal, ruhani bir yolculuğu anlatan ‘Karanlık Liman’ı, şarkıları üzerinden konuştuk.
Grubun isminden başlayalım mı? 2Tek, birbirinden bağımsız ama birbiriyle ilişkili iki sanatçıyı çağrıştırıyor. Albümünüzün fotoğrafı da bunun sembolü: Sırt sırta vermiş ama farklı yönlere bakan iki insan. 1+1’in konu insan ve müzik olunca hiçbir zaman 2 etmediği gibi bir gerçeği anlatır gibisiniz.
Mehmet Şenol Şişli: ‘İkiliğin birliği’nden yola çıkmış bir isim bu. Aynı zamanda Edip Cansever’in “Birleşip salıverelim iki tek gölgeyi” dizesinden de esinlenmiş bir isim. Ying yang’e de vurgu yapıyor.
‘BU ALBÜMÜ DAHA SİNEMATİK DÜŞÜNDÜK’
Kargo’dan bağımsız, birlikte müzik yapmaya ne zaman karar verdiniz?
Mehmet Şenol Şişli: Biz, hiç kimse yokken de Selim’le müzik yapıyorduk. Bizim birlikte müzik yapma tarihimiz neredeyse 1990’a dayanıyor. 34 senelik bir geçmişimiz var. Grubu oluştururken de söz ve beste ortaklığımız vardı. Kargo daha sonra ortaya çıktı.
Selim Öztürk: Ben Mehmet’le müzik yapmayı çok seviyorum. Çünkü beni anlıyor. Birbirimizin yaptıklarına değer veriyoruz. Ortada daha internet yoktu, ben Amerika’dayken o bana söz yazıp gönderirdi. Mektup 7-8 günde gelirdi. Onlara beste yapıp Türkiye’ye geldiğimde de Mehmet’e çalıyordum. 2Tek olarak yola çıkarken şöyle düşündüm: “Biz, Kargo olarak müzik yapmıyoruz. Büyük ihtimalle de yapmayacağız. Kiminle müzik yapmak hoşuma gidiyor? Mehmet’le!” O zaman Mehmet’e söyledim: “Eskiden bana nasıl sözler yazıp gönderiyordun, yine öyle yapalım. Birlikte bir şeyler üretelim.” Herhalde o da böyle bir şey bekliyordu ki ikiletmedi. Hemen bir sürü söz gönderdi. 2022’de böyle başladık.
Mehmet Şenol Şişli: Uzaktan bir şeyler yapıp birbirimize yollamak güzeldi. O sırada hayatlarımız da farklıydı. Annemin kalça kemiği kırıldı, üç ay hastanede kaldık vs. Ama yine de albümü yapıyorduk. Ben bir şey yolluyorum, Selim bir şey yolluyor… Hatta bazen hastaneden, ağzımla partisyonu çalıyorum, o enstrümanla çalıp yolluyordu. Müziğe yaklaşımımızda da bir fark var Selim’le. Benim yazdıklarımda imgesel bir yan vardır. Sözleri okurken gözünüzde bir sahne de canlanır. Kendi yazın hayatımda bu zaten var olan bir durum. Bunu aynı zamanda müziğe de yansıtmak istiyorduk: Anlatacağımız şeyin atmosferini müzikte canlandırmak! O yüzden bu albümü daha sinematik düşündük. Düzenlemelerde de sınırların dışına çıkıp gezdirmek istedik dinleyiciyi. Öyle bir ‘sound’ hayal ettik.
O yüzden de deneysel bir albüm var karşımızda…
Mehmet Şenol Şişli: Deneysel olması önemliydi. Çünkü deneysel bir şey yapmak istiyorduk. Söze göre bir atmosfer yaratmak istedik ama.
‘BELKİ BİRKAÇ ALBÜM SONRA DÖNÜP DOLAŞIP BAŞA GELEBİLİRİZ’
O deneysellik, albümün bana göre belki de en iyi şarkısı olan Alabora’da fazlasıyla hissediliyor.
Selim Öztürk: İnsanların beklediğinin tersine bir şey yapmak çok zevkli. Mehmet ve Selim bir albüm yapıyorsa ya ‘Yalnızlık Mevsimi’ gibi ya da ‘Yarına Ne Kaldı?’ gibi bir albüm beklersiniz ama biz tamamen başka bir yöne gitmek istedik. Bu bir başlangıç aslında. Buradan da evrilecek ama başlangıcı böyle olmalıydı. Değişik bir noktadan başlayalım, belki bir birkaç albüm sonra dönüp dolaşıp başa gelebiliriz.
Mehmet Şenol Şişli: Selim’le müzik yapmanın şöyle bir avantajı var: Birbirimize getirdiğimiz sözleri, ‘sound’ları check ediyorsak; bu aslında bir onaydır. O zaman çok rahat ediyorsun. İş, birbirine değer katmaya geliyor, değer vermenin ötesinde. Birbirimizden beslenebileceğimiz bir alan olmasa zaten bir araya gelmezdik. Birbirinize değer katabiliyorsanız, çayın içinde eriyen iki şeker halini alabiliyorsunuz.
İsmiyle müsemma bir albüm, 2Tek. Herkes kendi çizgisini, kendi şarkılarıyla ortaya koyuyor. Bir ortaklık gibi de değil sanki…
Selim Öztürk: Bence çok doğru bir tespit. Çünkü aslında 2Tek de ‘sound’unu arıyor. Biz Mehmet’le iki yoldan girdik. ‘Alabora’ şarkısında aynı yerden geçtik. Mehmet bazı yerlerde yandan gitti, ben bazı yerlerde yandan gittim. Ama bir sonraki albümde Alabora gibi daha fazla şarkı olacak. Belki bundan bir-iki sene sonra artık bu şarkılar tek bir ‘sound’a evrilecek.
Mehmet Şenol Şişli: Kavramsal olarak yaklaşımımızı biliyoruz artık. Bunun yeni bir ‘sound’ olduğunu düşünüyorum. Genel geçer şeylerden farklı olduğunu düşünüyorum.
‘TÜRKİYE’DE SANATÇININ KENDİNİ YENİLEMESİ İÇİN YETERLİ ZAMAN YOK’
Teoman son albümü için “Hiçbir satış kaygısı olmadan, tamamen kendime yaptığım ve kendim olduğum albüm” demişti. Böyle bir eğilim var müzik piyasasında. Siz ise bunu 1998’de, ‘Yalnızlık Mevsimi’ ile yapmıştınız. Üstelik oldukça metaforik bir albümdü.
Mehmet Şenol Şişli: Bir sanatçının dönüştüğünü ancak eserinden anlayabiliriz. Dil değişmiş mi, yazar nereye evrilmiş? Ben bu albümde o değişimi yansıttığımızı düşünüyorum. Gönlümüzden geçen de oydu. Bizi sürekli aynı şeylerle anıyor insanlar ama biz öyle sanatçılar, müzisyenler, yazarlar değiliz. Bu belirli bir zamana kadar görülmedi. Kendi adıma bu albümden sonra bunun görüleceğini de düşünüyorum.
Selim Öztürk: Türkiye’de sanatçının kendini yenilemesi için yeterli zaman yok. Bir albüm yapıyorsun; İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya’da konser veriyorsun; iki ay içinde bitiyor. Oralara gitmek için tekrar bir albüm yapman gerekiyor. Ben, MFÖ ile büyüdüm. 1984’ten beri neredeyse her konserlerine gittim. O yıldaki konserleriyle bu yıldaki konserleri arasında pek de bir fark yok.
Mehmet Şenol Şişli: Burada aynı şeyi tekrar ettiğin zaman ‘baba’ unvanını alabiliyorsun. Çıktığın tarzla devam etmiyorsan o bizim ülkede çok büyük sorun oluyor.
O halde bu albüm sizin için büyük bir dezavantaj değil mi?
Mehmet Şenol Şişli: Biz en başından beri sürekli dezavantajlarla oynadık. Fenerbahçe gibiydik yani! Onda hiçbir sıkıntı yok. Dezavantaj olsun! Bu yaştan sonra bizi ilgilendiren bir durum değil o. Bizi ilgilendiren, sanatsal olarak kimliğimizi yansıtabilmemiz. Kimin ne düşündüğü beni ilgilendirmiyor. Zaten birilerinin düşüncesine göre bir şey üretiyorsanız ona ‘üretmek’ ya da ‘yaşamak’ denilmiyor.
Bu albümün en dikkat çekici yanı bütünselliği. Kesintisiz bir yolculuk gibi. Her şarkı bir öncekini tamamlıyor. ‘Yeni Gelene Ağıt’ şarkısıyla başlıyorsunuz ki yeni doğan bir çocuğun kulağına hayat bilgisi fısıldanıyor…
Mehmet Şenol Şişli: Başlangıçta, gezegene yeni gelen ve hiçbir bilgisi olmayan birine anlatıyormuş gibi anlatalım istedim. Türk halk ozanlarının fıtratında olan bir durum bu, sözel olarak da içerik olarak da. Şarkı sözünün içinde ona da gönderme var: “Kapacaksın sazını ve umut için haykıracaksın.” Yeni gelenin, doğanın kulağına okunan bir ninni gibi. Onu albümün başına koymamız tamamen bilinçli bir seçim. “Hoş geldin çocuk” diye başlıyor zaten. “Yaşam bir kirlilik vakti” diyor ya Edip Cansever, onun gibi aslında.
‘CHARLIE, İLLÜZYONU KIRMAK İSTİYOR’
‘Charlie Uyanmak İstiyor’da ‘Charlie’ neyi sembolize ediyor?
Mehmet Şenol Şişli: Kapitalizmi sembolize ediyor. Uyanmak, bir uyanışı yaşamak istiyor fakat bunu materyal olarak düşünüyor. ABD’deki uyanış, beat kuşağından bu yana, tamamen materyalin dışında gerçekleşti. Yani aslında iki Amerika var! Onu temsilen ‘Charlie’ ismini seçtim. Charlie aydınlanıp illüzyonu kırmak istiyor, gerçekliğe dokunmak istiyor. Burada bir yazılımın, simülasyonun içindeyiz, “The Truman Show”daki gibi. Onun içinde de örülmüş bir illüzyon var kapitalizm tarafından. Aslında çift katman var. İlk katmanı kırdığınızda öbür tarafa doğru da yaklaşmış oluyorsunuz. İlk katman da kırılması çok zor bir katman. Aslında her şey kendi uyanışımızı gerçekleştirmek için önümüze konulmuş birer engel. Buna toplumun gelenek göreneklerini de ekleyebilirsiniz, kültürü de. Onun dışında içgüdülerimizi besleyerek belli bir döngünün içinde yaşamamız için bize dayatılmış şeyler: Nasıl sevineceğimiz, nasıl mutlu olacağımız, neyi kullanırsak mutlu olacağımız… Sorgula(n)mayı istemeyen bir düzen…
‘Charlie Uyanmak İstiyor’dan sonraki şarkı olan ‘Aslına Geldim’ tam da bir sonraki aşamaya geçiş gibi… Bu şarkıda dikkatimi çeken zikir formu: “Aslına varmaya yetmedi gölgem!”
Selim Öztürk: O zikir kısmını eklerken özel bir planım yoktu aslında. Ben Mehmet’in yazdığı sözleri olduğu gibi kabul ediyorum. “Yazdığı şeyleri anlayıp içine gireyim” havasında değilim. Okuyorum, hoşuma gidiyor ama anlamak için kafamı çok yormuyorum. Ben işe sadece müzik olarak bakıyorum. Aramızda bir telepati gelişti ki ben oraya zikirle girdim. O da bir uyum aslında.
Mehmet Şenol Şişli: Burada da hikaye devam ediyor. Çocuk geldi, illüzyonu kırıp aslına dokunmak istiyor fakat zorlukları, bedelleri var bu işin. Kolay değil hiçbirimiz için. Ağaoğlu’nun reklamı vardı ya: “Bu değil, bu da değil, bu hiç değil!” Aynen böyle bir arayış aslında. Bu değil! Ben aslımı arıyorum. Nerede?
Selim Öztürk: Mehmet’in 30-35 yıldır tasavvufla ilgisi olduğunu bildiğim için “Aslına geldim!” dediğinde nereden konuştuğunu hemen anlıyorum.
Buradaki ‘gölge’, şu anki, olduğumuz hal mi?
Mehmet Şenol Şişli: Tam da o! Anlaşılabilmek ne güzel!
Burası biraz da suskunluğun yeri…
Mehmet Şenol Şişli: Kesinlikle! Hepimizin içinde var olan bir yer, o. Orada, “Hem her şeysin hem hiçbir şey!” diyor. İki durumu hal etme!
Ya ‘Günebakan’?
Mehmet Şenol Şişli: Hep derler ya, “Bu arayışa karakterimiz giriyorsa aşk acısıyla bu arayış her zaman tetiklenir.” Yunus Emre’de olduğu gibi. Aslında orada da karakterimiz, dünya aşkıyla, diğer tarafın kapısını açmak için bir anahtar.
‘Günebakan’, balad formunda, ağır akan bir şarkı… Bir yerden gittikten sonra artık o sen değilsindir ya, bu şarkı aynı zamanda çok cesur bir geri dönüşü anlatıyor. Başladığımız yere geri dönüşü… Neden?
Mehmet Şenol Şişli: Bazen kendi yaşadıklarıma baktığım zaman, “Bunu tekrar yaşayabilir miyim? Bu yoldan tekrar geçebilir miyim, yürüyebilir miyim?” diyorum. İnsan bilmeden yürüdüğü yolu çok rahat yürür. İsterse ateş yolundan yürüsün! Ama onun ateş yolu olduğunu bilirse ateşe basmamayı tercih eder. Aslında “Ona cesaretim yok!” gibi! Neil Peart’ın ‘Clockwork Angels’ kitabında yazdığı bir söze de gönderme var orada. O da çok zorlu şeyler yaşadı. 19 yaşındaki kızını kaybetti. Bir sene sonra eşi vefat etti. Beş sene Rush grubuna ara verdiler. Çok zorlu bir süreçten geçti. Ondan sonra yazdığı sözlerde “Ben her şeye rağmen bütün hepsini en baştan yaşayabilirim” diyor.
Selim Öztürk: Ben o şarkıyı tamamen bir aşk şarkısı olarak algıladım. “Beni başladığımız yere götür” dediğinde de “Sevgilimle birlikte başladığımız yere geri dönüp her şeyi yeniden yaşamak istiyorum” gibi algıladım.
Mehmet Şenol Şişli: Doğru algılamışsın. Neil Peart’ın dediği bir kudreti de ifade ediyor zira o yolculuğu yapabilmek gerçekten çok zor.
Volkswagen Amcalar, albümdeki en komplike şarkılardan biri bu. Rock temaları, senfonik temalar, elektronik temalar… Çok katmanlı, çok geçişli bir şarkı. Ama asıl merak ettiğim, Volkswagen’in metaforik anlamı?
Mehmet Şenol Şişli: Karakterimiz o illüzyondan sıyrılmak istediğinde ona, “Önce bir aşk acısından geçmen lazım. Ondan sonra da içinde bulunduğun toplumun zamanını, mekanını, yaşayışını öğrenmen lazım. O yaşayışla birlikte de harmanlanman gerekiyor. Onun da farkına varman gerekiyor” diyorum. Volkswagen Amcalar’ın anlattığı şey, o. “Hoş geldin” orada “Toplumunu tanı. Nerede yaşadığını bil. İnsanların düşüncelerini, ideolojilerini anla. Aynı zamanda da bunların ne kadar karışabileceğini gör” demek. Toplumda kavramlar birbirine karıştı. Anlamların içi boşaltıldı. Onun içine istediğin şeyi enjekte edebilirsin artık! Bu, düzenin ve o illüzyonun devam etmesini sağlayan şeyin ta kendisi! Kimin ne olduğu bilinmez bir duruma geldi. Hem duygusal açıdan hem de düşünsel açıdan! O maskeler birçok insana avantaj sağlıyor. Kaçabiliyor, korunabiliyorlar. Üstüne almadan başka şeyleri manipüle edebiliyorlar.
‘SEN ELİNİ UZATIRSAN O DA UZATACAK’
‘Bu Dönen Kim?’… Bu şarkıda da ‘Aslına Geldim’e benzer bir tekke, sufi ritmi, akışı var. “Bu dönen kimdir, adam kim?” Bir semazen metaforu beliriyor insanın kafasında, o ritimle ‘dönme’ kavramları yan yana gelince?
Mehmet Şenol Şişli: Cevabı en zor soru, “Ben kimim?”dir ya, herkes kendi içini kazdıkça bütün kişiliklere de erişebilir. Herman Hesse’nin ‘Bozkırkurdu’ndan yola çıkıyorum… Devir satranç tablasını, şimdi tekrar diz! İşte bu sensin! Bir daha devir, bir daha diz! Kaç değişik pozisyonda dizebilirsin? Aslında sen benim, ben sensin! Hepimiz birbirimiziz! Dolayısıyla insanın kim olduğu sorusunu cevaplaması çok zor bir hale geliyor. Evet, doğuştan getirdiklerimiz, toplum içinde kazandıklarımız var; ama bunun ötesiyiz de! O da aslında yırtılması gereken başka bir perde. “Ver elini, versin!” Sen elini uzatırsan karşıdan da o el gelecek. Bence albüm içindeki en önemli çağrılardan biri, o. Çünkü el uzatma konusunda, şu son yılların yozlaşması içerisinde, herkes kendi kabuğuna o kadar çekildi ve kalkanlarını o kadar geliştirdi ki, el uzatma konusu çok sıkıntılı bir hale geldi…
‘Rüzgarın Islığında’da MFÖ tınılarını yakaladığımı söylesem?
Selim Öztürk: Hani yağmurlu, rüzgarlı havada uçak kalkar ya! Bulutların içinde sallana sallana, korka korka ilerlersin. Sonra bulutları geçip güneşe çıktığın anda “Oh! G…tü kurtardık, artık otomatik pilotla gidebiliriz!” dersin. Öyle bir şarkı aslında…
‘HER ZAMAN SAVAŞ PİLOTU OLAMAZSIN’
Selim Öztürk, Kargo’nun albümlerinde de, bu albümde de müziğiyle soyut olanı somutlaştırma çabası içine girip başarılı olmuşa benziyor. Hep bir dengeleyici tarafınız var…
Mehmet Şenol Şişli: Halbuki uçan adam Selim! Bu adam, simülasyonlarla dünyanın bir ucundan diğer ucuna uçak uçuruyor! (Gülüyor) Uçalım güzel de o tekerleklerin de açılması lazım!
Selim Öztürk: Bu albümde onu hiç düşünmedim! Başından beri, “Mehmet’le değişik bir şey yapıyoruz. Bunun zevkini yaşayacağım ve hiçbir şey düşünmeyeceğim!” diye kendi kendime söz verdim. Normalde müzik piyasası için hep şunu söylerim: “Her zaman savaş pilotu olamazsın! Biraz da yolcu uçağı pilotu olmak lazım!” Devamlı salvo yapmanın anlamı yok! Uçağı biraz da rahat götürmek, yolcuların rahat etmesini sağlamak gerek. Bu albümdeki Rüzgârın Islığında, Hani Bilmezdin Sen gibi şarkılar, benim o yanım ağır basarak yaptığım şarkılar.
Mehmet Şenol Şişli: Hayatta ikisinin dengede olması lazım ki bu albümde o dengeyi yakaladığımızı düşünüyorum.
Mehmet Şenol Şişli’nin sözlerinde ya da şarkılarında G kuvvetinin fazla olması da bundan sanırım…
Selim Öztürk: Mehmet’in lezzeti de öyle çıkıyor (Gülüyor).
Mehmet Şenol Şişli: Eski MİG pilotları, gezi uçuşu yaptırıyorlar parayla. Atmosferin en üst noktasına kadar çıkarıyorlar yolcuları. Orada bir G yiyorlar!
Selim Öztürk: Mehmet, yolcu uçağını da iyi kullanır!
‘Alabora’, albümdeki belki de en etkileyici şarkı. Bir yarım kalmışlığı, bir eksikliği anlatıyor, bunun olması gerektiğini vazeder gibi: “Yarım kalan her şeyi, söylenmemiş sözleri, zamansız yağmur gibi, bizi biz yapan her şeyi seviyorum.”
Selim Öztürk: Benim de bu albümde en sevdiğim şarkı bu.
Mehmet Şenol Şişli: Aynı zamanda o eksikliğin ne kadar güzel olduğundan da bahsediyor. Mucize; tamamlanamamış, eksik olan yerlerimizde yatıyor. Onu görmekte daha doğrusu! Bizi biz yapan şeyler, o eksiklerimiz.
‘BAĞIMSIZLIK BAYRAĞINI ÇEKERKEN NUSRET’E VE TOPÇU SEYİT’E SAYGI DURUŞUNDA BULUNDUK’
Alabora’da, Çanakkale’den Topçu Seyit’e, dijitalden analoğa, Cortazar’dan Nusret Mayın Gemisi’ne kadar çok fazla metafor kullanıyorsunuz…
Mehmet Şenol Şişli: Bu albüm bizim için bir başlangıç, bir bağımsızlık bayrağı çekmek gibiydi. Ona bir şeyler yollarken, Selim bir gün, “Oğlum, sen Nusret Mayın Gemisi gibisin” dedi.
Selim Öztürk: Nusret’in manevraları meşhur olduğu için öyle söyledim.
Mehmet Şenol Şişli: Ben de ona, “Sen de Topçu Seyit gibisin! En ağır topu bile sırtlanıp top arabasına sokuyorsun” dedim. Bahsettiğim o bağımsızlık bayrağını çekmekle alakalı bir saygı duruşu olarak da Nusret’le, Topçu Seyit’e bir gönderme yapmak istedim. Orada arka planda Malcolm X konuşması da geçiyor. Albümün bütündeki gibi, yarım kalmış, ötelenmiş, farklı kültürden insanlar da bu şarkının içinde var oluyor, farklı sesleri bir araya getirmek düşünüldüğünde.
‘Sen Dizi İzlerken’e şiirle giriş yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
Mehmet Şenol Şişli: O, 25 yıldır devam eden büyük uyutulmanın, illüzyonun hikayesi. Albümü hazırlıyoruz, bakıyorum Selim bana geri dönüş yapmıyor. “Ne yapıyorsun?” diyorum. “Abi, dizi izliyorduk” diyor. Üç-beş derken, “Sen dizi izlerken-Bak neler oldu?” diye aktı sözler… Sonunda da “Sen bizi izlerken” diyoruz. Bir duyarsızlaşma, uyuşma halini anlatıyor. Futbolda da aynı şey oluyor ya! Ne olursa olsun futbol oynanıyor. Konserler erteleniyor ama her hafta 50 bin kişi o stada dolacak maç için. O illüzyonun devam etmesi gerekiyor. İspanyol diktatör Franco’dan beri böyle!
ORMANDA 25 YIL TEK BAŞINA YAŞAMIŞ BİR YERLİNİN HİKAYESİ
‘Tanaru’, Amazon’da yalnız yaşayan bir yerliyi (indigenous) çağrıştırıyor. Doğru mu anlıyorum?
Mehmet Şenol Şişli: Aynen, onun hikayesi! 25 yıl önce Amazon’da bir kabile keşfediyorlar. Dünyayla hiçbir bağlantısı olmamış bir kabile bu. Kabileden geriye kalan son bir kişi var. Onun görüntülerini çekiyorlar, sonra da ortadan kayboluyor. Tek başına 25 sene yaşamış ormanda. 25 yıl sonra da biri, o kişinin cesedini buluyor ormanda, 2022’de. O haberi okudum. Bir kabile, bir toplum içinde yaşama, o toplumun dünyayla bağlantısı olmaması, sonra o yaşadığın kabilenin kaybolması, yalnız başına kalman ve yalnız başına hiçbir iletişim kurmadan ormanda tek başına yaşaman… Doğanın içinde doğa gibi olmak! Bu şarkının içinde de aslında konuşan doğa. Öznesi doğa bu şarkının. Tanaru, o kabilenin adı. Doğa ne diyor? “Bütün bu zaman boyunca, bize bakmanızı, dokunmanızı bekledik. Aztekler geldi geçti, Şamanlar kutsadı bizi, toplular tüfekliler geçti, savaşlar oldu… Ama biz hep buradaydık! Olduğumuz gibi duruyorduk.”
Selim Öztürk: Ama ne zaman bakmak istemişsek, o zaman doğayı mahvetmişiz!
‘İKİ BOYUT ARASINDA SIKIŞMIŞ BİR VARLIĞIZ’
Ne için ‘Çok Geç’?
Mehmet Şenol Şişli: Bütün her şey oldu, bitti, yaşandı. Çocukluktan başlayıp olgunluğa kadar, aşk ilişkisini anlatan, bütün hepsinin toplam bir anlatımı gibi. Dökümü gibi! “Günebakan’daki kadını tekrar bulmak için ateşlerle yanan yolu en başından yürür gelirim” diyor.
Bir enstrümantal eser olan ‘Son Feribot’ ile başlayan albüm, yine enstrümantal, new age bir parça olan Karanlık Liman’la hitama eriyor… Yolculuk, ‘Karanlık Liman’da bitiyor….
Mehmet Şenol Şişli: Yaşadığımız boyut, karanlık bir boyut. Biz hem buraya hem de bedenin dışındaki boyuta aitiz. İki boyutun arasındaki bir varlığız. Bizi zaten çok sıkıştıran şeylerden biri de bu. Çünkü maddesel olarak hayvani yanımız var. Tinsel olarak da başka boyutlara dokunma yetimiz var. Albüm, ‘Son Feribot’la başlıyor ya, albümün ilk enstrümantalini Selim yaptı, son enstrümantalini ben. Orada ‘Son Feribot’ kalkıyor, döngü tamamlanıyor gibi. Bir yolculuğun bitişi ve başka yolculuğun başlayışı. ‘Karanlık Liman’da bir şüphe tohumu da var. Sorgulatma üzerine… Tekinsiz bir hava var yani. Çünkü diğer tarafta başlayacak yolculuğu hiçbirimiz bilmiyoruz. Bu arada, Karanlık Liman gerçekten de coğrafyamızda olan bir yer: Nusret Mayın Gemisi’nin Çanakkale’de yola çıktığı körfez.
Selim Öztürk: Bak bunu bilmiyordum! Bunun ‘gemi’ metaforu üzerinden gitmesi de çok enteresan. Ben bir roman yazıyorum, Trabzon’da başlayan bir süreç var ve o romanda bir liman tasviri yaptım. Bilmeden! Bir gece, bir liman ve bir hüznü anlattım. Sonra Mehmet’in ‘gemi’ metaforu gelince bana çok sıcak geldi. Bu albümü içselleştirmemde bir katalizör oldu.
‘PARÇA PARÇA ÇIKMAK, YAPIMCININ TERCİHİ’
Albümü bütünüyle sunmak yerine neden iki şarkıyı önceden vererek parça parça çıkmayı tercih ettiniz?
Selim Öztürk: Yapımcının tercihi bu. Spotify algoritması şöyle çalışıyormuş: Siz bir albümde kaç şarkı yayınlarsanız yayınlayın, ‘pitching’ denen bir işlem var ve bir şarkı üzerinden yapılıyor. 15 şarkıyla da çıksanız tek bir şarkıyı pitch edebiliyorsunuz. O yüzden gruplar, her hafta ya da her iki, üç haftada bir şarkı yayınlıyor ki daha fazla pitching şansı olsun.
Kargo grubu olarak da yeniden bir araya geldiniz. Grubun diğer üyeleri bu albümü nasıl buldu?
Selim Öztürk: Serkan (Çeliköz) albümü beğendi. Hatta ‘Aslına Geldim’in değişik bir versiyonunu yaptı. Bizim de hoşumuza gitti o. Hatta beni çok şaşırtan bir şey söyledi. Benim kafamda hep bir Massive Attack formatı var. Biz söyleyeceğiz ama sahnede de önümüzde bir, iki şarkıcı olsun. Serkan, “Yok abi, siz ikiniz tamamsınız. Hiç kimseyi almayın sahneye” dedi. Koray’a dinlettim albümü. “Acayip bir işçilik var. Çok beğendim” dedi. Burak, dinledi, beğendi. Kendisinin albüm dışında kalması onu biraz rahatsız etti. Elektronik bir albümdü ve üçümüzün bir arada çalışma şansı yoktu. Burak davul çalacaksa hepimizin bir arada prova yapması lazım. O başka bir müziğe gider. Bu tamamen iki yalnız kişinin yaptığı bir albüm olduğu için Burak’lık bir durum yoktu. Bu albümü daha önce yapamazdık. Bu albümü yapmamızı sağlayan şey, teknolojik olarak gelinen nokta. Bugün evinde tek başına bir albüm yapabiliyorsun. Bizim kafalar da orada değildi. Biz de olgunlaştık.
‘KARGO’NUN BİR ARAYA GELMESİ GARİP BİR TESADÜFTÜ’
İlginç bir kimyası olan grup Kargo. Sahne önündeki solisti yani Koray’ı bir dükkanın camekanını benzetirsek, onun cazibesiyle içeri giren dinleyiciye dükkânın içinde çok acayip şeyler gösterdiniz, şarkılarınızla…
Mehmet Şenol Şişli: Ben de Selim’i ilk kez camekanın arkasında gördüm. Stüdyo 18’e gitmiştik. Ben başka bir grupta çalıyordum. Prova saati geldi. Kapıyı çalıyoruz, açmıyorlar. 10 dakika kapıda bekledik. Müştemilatta camekan vardı. Sonra içerideki kapı açıldı. Saçlar uzun, gözlerinin altı mosmor biri çıktı, 10 dakika sonra. Ben arkadaşıma, “Oğlum bizi nereye getirdin yahu?” dedim. Selim’miş o! O camekanı görünce girmek istemedim ben içeri. Zorla soktular. İçeri girdim.
Selim Öztürk: Mehmet, tasavvufa çok meraklı. Okuyor. Ben müziğe çok meraklıyım. Tonmaysterlik yapıyorum. Sürekli beste üretiyorum. Serkan, daha pop dinliyor. Bize göre daha çocuk, 19-20 yaşında. Koray yeni kan olarak gruba gelmiş. Çok değişik bir karışımdı. Bazı şeyler açıklanamaz. Celal Şengör, evrenin oluşumuna “Tesadüf” diyor ya, Kargo’nun bir araya gelmesi de garip bir tesadüftü. Bütün grupların dünyada böyle ayrılıkları var. Ben, Bon Jovi’de falan da görüyordum onu. “Konser bittikten sonra uçaklara bindik ve dört buçuk sene birbirimizi hiç aramadık,” diyorlar. Ama orada o kadar büyük paralar kazanılıyor ki insanlar dört buçuk sene hiçbir şey yapmadan yaşayabiliyorlar. Türkiye’de müzikten o kadar para kazanılmadığı için elektrikli sobanın fişini çekmişsin gibi oluyor. Alınan yanlış kararlar da bu maddi durumdan kaynaklanıyor. İnsanlar maddi, manevi değerleri dengede tutacak kadar tatmin olamıyorlar. O tatminsizlik de insanları yanlışa sürüklüyor. O nedenle Türkiye’deki müzik habitatı, grupların uzun yaşamasına fazla olanak tanımıyor. Benim Mehmet Şenol Şişli hakkında kızdığım bir şey varsa emin ol Rolling Stones’da da Ronnie Wood da Keith Richards’a böyle kızıyordu. Ama orada kızdın mı, kafan attın mı istersen dört yıl hiç görme birbirini! Yurtdışında bir dünya turnesine çıkıyorsun bir buçuk sene sürüyor. Zaman o kadar geniş ki bütün tatsızlıklar o geniş zamanda sönümlenebilir. Burada sönümlenemiyor çünkü zaman çok dar. İnsanların hemen hareket etmesi ve bir şeyler yapması gerekiyor. Türkiye’deki grupların büyük problem yaşamaları da bundan kaynaklanıyor. Bugün en yüksek ücretle konserler veren gruplar bile büyük ayrılıklara dayanamaz.
(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)